Mustafa Kemal Atatürk;
“ Askerî ve siyasi zaferler iktisadi zaferle taçlandırılmazlarsa elde edilen zaferler sürüp gidemez, az zamanda söner... ”
diyerek bir ülkenin varlığını ve bağımsızlığını sürdürebilmesinin yegane koşulunun iktisadi alanda gelişmek olarak dile getirdiği anlayışını birçok devrim niteliği taşıyan atılımlar yaparak uygulamaya geçirmiştir.
Atatürk’ün uyguladığı modelin özgünlüğü de burada kendini göstermektedir. Bu modelin ulusal çıkarları öne alan, tam bağımsızlık ilkesine dayalı, demokratik nitelikleri sıklıkla vurgulanmıştır.
Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı bir dönemde (17 Şubat – 4 Mart 1923) düzenlenen “Türkiye İktisat Kongresi” ekonomik bağlamda ulusalcılık yönelimine ilişkin atıfların oldukça yoğun yapıldığı bir toplantı olmuş, devletin millî iktisat ilkelerini benimsediğini ifade eden kararlar alarak Misak-ı İktisadi olarak adlandırılan ekonomik hedef ve yöntemleri ortaya koymuştur. Bu esaslar bütün zorluklara ve sorunlara rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomik siyasetinin esaslarını teşkil etmiştir.
Türkiye’nin bu yıllarda belirlediği ekonomik model “Karma-ekonomik” bir modeldir. Özel sektörün serbest faaliyeti desteklenmekle birlikte, bu noktadaki çeşitli yetersizlikler yüzünden devletin ekonomik alanda faaliyeti adeta bir zorunluluk olmuştur. Fakat bu kararların asıl dikkati çeken tarafı : devletin düzenleyiciliğine ve destekleyiciliğine yoğun olarak vurguda bulunulmasıdır.
Türkiye'de çok partili sisteme geçiş ve dünya ile ekonomik ilişkilerin sıkılaşması, İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD), Dünya Bankası (IBRD) ve Uluslararası Para Fonu'na (IMF) üyelikle birlikte liberal düşüncelerle etkileşimin arttığı görülmektedir.