Seksendört, "Ölürüm Hasretinle" adlı ilk albümünden sonra ikinci albümü K.G.B.'yi piyasaya sürdü.
Seksendört, "Ölürüm Hasretinle" adlı ilk albümünden sonra ikinci albümü K.G.B.'yi piyasaya sürdü.
- Öncelikle albümünüz hayırlı olsun, İstanbul’da ev tutmuşsunuz duyduğuma göre...
İstanbul’a geldiğimiz doğru. Özellikle ilk albüm sonrası promosyon döneminde yaşadığımız sıkıntıların en büyük sebebi bir ayağımızın İstanbul’da olamamasıydı. Bu durum hem maddi hem manevi açıdan bizi çok yormuştu. Bu albümün her alanında daha ayakları üzerine basan bir profil çizmek istiyoruz. Bu bağlamda, İstanbul’da hem ev hem ofis olarak kullanabileceğimiz bir alan yaptık kendimize.
- K.G.B. çok büyük bir şöhretten sonra gelen bir çocuk. Nasıl ortaya çıktı, nasıl doğdu? Kaygılarınız çekinceleriniz var mıydı?
Dünya müzik piyasalarında ikinci albümlerin, tüm grup ve sanatçılara ne kadar büyük bir sorumluluk ve yük getirdiği ortada. Bizim için de durum çok farklı değildi. Şarkıların çıkış aşamasından başlayıp sizlere ulaşana kadar, kalabalık bir ekip yanlış yapmadan ilerlemeye çalışıyor. Siz her ne kadar grubu dört kişi zannetseniz de çok daha fazla fikir, çok daha fazla insan var arka planda. Kayıtları ve mix'in bir kısmını Ankara’da kendi stüdyomuzda yaptık. 16 parça arasından, birlikte en iyi durabileceğine inandığımız 11 parçayı seçtik. Bu albümün bizim için en büyük farkı bir profesyonelle çalışmak oldu. Çağlar Türkmen albümün hem prodüksiyon hem de mix, mastering aşamasında katkıda bulundu.
- Bir popülariteniz vardı, bu albüm sürecinde beklentiler daha yüksek olacak diye korktunuz mu?
Bu korkular "Ölürüm Hasretinle"nin kendi yolunu çizmesiyle başlamıştı zaten. Bir anda tahmin edemeyeceğiniz kadar çok insan tarafından tanınmak büyük bir olay bizim için. Halen alıştığımızı söyleyemeyiz açıkçası. Olay tamamen insanların ve sevenlerin size yükledikleri misyonla alakalı. Onları hayal kırıklığına uğratmadan, kendinize has bir müzik yaratmaya çalışmak çok zor.
- Müzik yaparken nelerden besleniyorsunuz?
Biz parçalarımızda genel tema olarak, yaşadıklarımızı ve etrafta gördüklerimizi kullanıyoruz. İlk albümde çoğunlukla
aşk hayatı ve ayrılıklar ön plandaydı. K.G.B de ise biraz daha gözlem ve kurgulara yer verdik.
- Albümünüzde ilk kez memleket meseleleri ile ilgili bir şarkı gördük. Neden böyle bir şarkı yarattınız?
Bunun aşkla ilgili ahkam kesmekten başka hiçbir farkı yok. Herkesin bazı konularda fikri ve söyleyecekleri vardır. Yaşadığınız ülkede olanlara kayıtsız kalarak popüler kültüre sürekli bir katkı unsuru olursanız, benliğinizi kaybedersiniz. Bunlar tamamen dinleyicinin alışkanlıklarıyla alakalı. Bizden böyle bir şey duymayı beklemedikleri için bu kadar şaşırdılar belkide. Burada kimseye bir mesaj ya da telkin yok. Bunlar bizim son iki senedir gündemimizi çok meşgul eden ve kendi aramızda hummalı tartışmalara yol açan konulardı. İlk albümden yola çıkarak bu tip yersiz beklentilerle müziğimize ve kişiliğimize müdahalede bulunmak; konuştuğunu zannedip cümle kuramayanların çokbilmişliğinden öteye gitmemektedir.
- Cem Karaca, Moğollar ile sahneye çıktınız bu deneyimler nasıldı?
Yaşadıklarımızı kelimelerle tasvir etmenin mümkünatı olabileceğini sanmıyorum. Yıllarca parçalarıyla büyüdüğünüz, hayatınızın büyük bir kısmında imzası olan insanlarla bırakın aynı sahneyi paylaşmayı, tokalaşmak bile büyük bir şeref. Belki biraz şımarıklık olacak ama tek içimizde kalan şey, rahmetli Barış Manço ile tanışamamak.
- “Biz ne konservatuarlılar gördük” demişsiniz doğru mu?
Bu konu neden bu kadar dallanıp budaklandı bir türlü anlayamadık. Çok farklı bir konuşmadan bu noktaya gelen konu tamamen yazılı mecraların mübalasıyla alakalı. “Konservatuarlı olmak müziğinize ne derece katkıda bulundu” şeklinde gelen bir soruya verdiğimiz yanıttan yola çıkarak, yanlış şeyler yazıldı. Biz, bunun önce Allah vergisi bir yetenekle alakalı olduğundan bahsetmiştik. O yetenek olmadığı sürece konservatuarda yapılabileceklerin de kısıtlı olduğunu anlatmıştık. Yani ortada sanıldığı gibi bir polemik unsuru yok.